23 Nisan 2020 Perşembe

Osman'ın mektubu: Silivri’den, 2,5 yıl sonra

Osman Kavala'nın karantinalı günlerde yazdığı mektup. Nisan 2020

Bu ayın sonunda tutukluğumun otuzuncu ayı tamamlanmış oluyor. Kurgulanan yeni, üçüncü suçlamadan dolayı Silivri’de daha ne kadar kalacağımı kestirmem mümkün değil. Ekim 2017’de gözaltına alınmamdan 16 ay sonra ortaya çıkan iddianamenin siyasi mesajlardan etkilenerek hazırlandığını, ayrıca FETÖ üyeliğinden suçlanan emniyet görevlileri ve savcıların yıllar önce üretmiş oldukları kurguyu ve hukuksuz telefon dinlemelerini temel aldığını gördük.

Tutuklanmamın ve bu davanın, iddianamede hiçbir somut delil bulunmaması ve birçok mantık kopukluklarından dolayı, yargıdaki vahim sorunlara yansıtılan çarpıcı bir örnek teşkil ettiğine, hukuksuz uygulamaların anlaşılmasına ve sonlandırılmasına katkıda bulunacağına inanıyordum.

Adalet Bakanı’nın geçtiğimiz yıl yargı reformu girişiminin amaçlarını anlatırken yargı meşruiyetine zarar veren özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalardan söz etmesi de bana umut vermişti.

Ancak gelinen noktada iyimserliğimi koruyabilmem mümkün değil. Bunun tek nedeni tutuklanmamı uzatmak için Cumhurbaşkanı’ndan güç aldığı anlaşılan organize bir çabanın sürdüğünü görmem değil. Beni asıl karamsarlığa sevk eden, evrensel hukuk normlarını bağlayıcı kabul etmeyen, yasaları hukuki temellerinden kopartarak keyfi biçimde kullanan anlayışın yargıda meşruiyet kazanmış olması. Özel yetkili mahkemelerde Gülenci yapılanmanın etkin olmasıyla sistematik hale gelmiş olan hukuku araçsallaştıran uygulamaların devam ettiğini görüyoruz.

Yargı Reformu Paketi’nden sonra gazeteciler mahkum oldular, tutuklanmaları devam ediyor. Yerel idareciler yıllar önce işlendiği iddia edilen suçlardan dolayı tutuklanıyorlar. Benim de başıma gelen ve manevi işkence olarak tanımlanabilecek olan tahliyelerden sonra yeniden tutuklama uygulaması, normal bir adli tasarruf haline gelmiş durumda. Kamuoyunca yakından bilinen örneklerle sınırlı kalmadığını tahmin edebileceğimiz bu hukuksuz uygulamalar, neden oldukları vahim hak ihlallerinin yanı sıra, yargı kurumunda da kalıcı hasarlara yol açıyor. Hukuksuz tutuklama uygulamaları, masumiyet karinesine ve kişi özgürlüğüne duyarlılığı sistematik olarak tahrip ediyor. Deliller ciddi bir şekilde incelenmeden, somut delil olmadan hazırlanan iddianameler, tutuklama ve mahkumiyet kararları hukuki kanaatlerin sağlam gerekçelere dayandırılması zorunluluğunu gereksiz hale getiriyor, hukuk dışı etkilere açık ve mantıki temeli çürük akıl yürütmeleri meşrulaştırıyor.

Bütün bunlara rağmen, toplumda adalet ve hukukla ilgili ciddi bir duyarlılığın da gelişmekte olduğuna inanıyorum. Umarım son çıkarılan infaz yasasındaki bariz ayrımcılık, gerçek suçlarla siyasi nitelikli sanal suçlar arasında iktidarın gözettiği farkı, hukuki davranış ile hukukun araçsallaştırılması arasındaki farkı çok daha açık biçimde göstererek, bunun vahim sonuçlarının kamuoyu tarafından kavranmasını hızlandırır.

11 Mart 2020 Çarşamba

Osman Kavala'dan açıklama

Osman Kavala'nın avukatları aracılığıyla kamuoyuna ilettiği açıklaması:

Pazartesi akşamı itibariyle, son dakikada icat edilmiş olan casusluk suçlamasıyla üçüncü defa tutuklandım. Öncekiler gibi hiçbir delile dayanmayan, ancak öncekilerden daha da saçma olan bu iddianın, Yargı Reformu paketinin getirdiği, iddianame öncesi 2 yıllık tutuklama süresi kısıtlamasını ve AİHM’in ihlal kararını boşa çıkartmaya yönelik olduğu açıktır.

Tutukluluğumu ne pahasına olursa olsun devam ettirme niyetinin, yargı mensuplarını yasaları ihlal etme noktasına sürüklemiş olduğunu görmek son derece üzücü ve endişe vericidir. Normal karşılanması halinde bu davranış, ceza davaları için tehlikeli bir örnek oluşturacaktır.

10 Mart 2020 Salı

Osman Kavala'ya yeni kumpas

Serbest kalamasın diye "Ankara dehlizleri"nde çevrilen dümenlerle yeniden tutuklanan Osman Kavala'nın avukatı İlkan Koyuncu'nun açıklaması:

DEVLET KENDİNE BAŞKA BİR MEŞGALE BULSUN!

Osman Kavala, 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında, 1 Kasım 2017 tarihinde TCK’nin 309. ve 312. maddelerinden tutuklandı.
Osman Kavala, 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında, 11 Ekim 2019 tarihinde TCK’nin 309. maddesinden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından re’sen tahliye edildi.
Osman Kavala, 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında 19 Şubat 2020 tarihinde TCK’nin 309. maddesinden tutuklandı.
Osman Kavala, 2017/96115 sayılı soruşturma kapsamında 9 Mart 2020 tarihinde TCK’nin 328. maddesinden tutuklandı.
İlk tutuklanma sürecinde; emniyet gözaltına aldı, ifade aldı, savcılığa sevk etti, savcılık ifade almadan tutuklamaya sevk etti, Osman Kavala Sulh Ceza Hakimliği huzurunda tutuklandı.
İkinci tutuklanma sürecinde; emniyet gözaltına aldı, ifade almadan savcılığa sevk etti, savcılık ifade almadan tutuklamaya sevk etti, Osman Kavala Sulh Ceza Hakimliği huzurunda tutuklandı.
Üçüncü tutuklanma sürecinde; emniyet ifade almadı, savcılık ifade almadı, Sulh Ceza Hakimliği huzura almadı, yine tutuklandı.
Osman Kavala, aynı soruşturma dosyasında üç kez tutuklandı, bir kez tahliye oldu.
Ve şimdi “Osman Kavala başka bir suçtan tutuklandı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu hak ihlali kararı ve Yargı Reformu’nun getirdiği ‘soruşturma aşamasında tutukluluk süresi iki seneyi aşamaz’ hükmü uygulanmaz” diyecekler. Ben sizin yerinize utanıyorum.

4 Mart 2020 Çarşamba

Zirve öncesi İdlib • Yine iki cephe

GÜNCELLEME / 4 MART / 14:30 / Cisr el-Şuğur ve İdlib'in güneyinde bir kısmı Suriye ordusunca alınıp sonra cihatçılarca yeniden ele geçirilen büyük cepte bombardıman birden yoğunlaştı. Serakib, M-4 - M-5 kavşağı civarında çatışma yoğunluğu sürerken, muhtemelen Hizbullah ve İranlıların kuvvet takviyesiyle, güneydeki harekâta da yeniden hız verildi. Yarınki Putin-Erdoğan zirvesi öncesinde son "fiilî hazırlık"lar olabilir.
Ekonomik ve askerî bakımdan hayatî M-4 ve M-5 karayollarının kesiştiği Serakib için sürdürülen kanlı mücadelenin -belki şimdilik- son aşamasında, kasaba Rus askerî inzibatlarının denetiminde. [ GÜNCELLEME / 4 MART / 16:00 / Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), Serakib'e Suriye ordusunun yerleştiğini, Rusya inzibatlarının çekildiğini duyurdu! Nasıl sonuç verecek, göreceğiz. ] Serakib'in hemen 5 km batısındaki Neyrab yakınında Suriye ordusunun TSK birliklerine yaptığı roket saldırısı sonucunda, Millî Savunma Bakanlığı'na göre bir, başka kaynaklara göre dört asker hayatını kaybetti. On kadar da yaralının varlığından sözediliyor. Askerî ve taktik bakımdan günün önemli gelişmesi, Rusya jetlerinin Cisr el-Şuğur'u yeniden bombalamaya başlaması. Göçmeye zorlanan Alevî nüfusun yerine Asya ve Kafkasya'dan aileleriyle birlikte gelen cihatçıların yerleştiği Cisr el-Şuğur, İdlib'de savaş Suriye ordusu lehine ilerler ve sona yaklaşırsa, son perdenin oynanacağı yer kabul ediliyor. Bu bölge dağlık ve Suriye ordusu şimdiye kadar türlü denemelerinden sonuç alamadı, buraya giremedi. Cisr el-Şuğur'la birlikte, Türkiye sınırına 2-3 km uzaklıktaki bazı cihatçı mevzileri de bombalandı. Bakışlar tamamen Moskova'ya, Putin-Erdoğan zirvesine çevrilmeden önce taraflar birtakım hamleler içindeler, öyle anlaşılıyor. Haritanın üzerine tıklayarak 4 Mart 02:30 itibarıyla son durumu görebilirsiniz. (Tabiî iki liderin biraraya gelmesine daha pek çok askerî eyleme yetecek zaman var.)

1 Mart 2020 Pazar

Mart ayına girilirken İdlib'de durum

Serakib ile Neyrab'ın cihatçılarca yeniden ele geçirilmesi, TSK'nın İdlib güneyinde hava saldırısına uğraması, karşılık vermek üzere harekâta girişmesi ve birçok değişik yerdeki Suriye mevzilerini silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA) vurması, Suriye ordusunun ilerlemesinin kesintiye uğraması, Serakib'in, dolayısıyla M-4 ile M-5'in kesişme noktasının yoğun Rusya bombardımanına rağmen Şam tarafından geri alınamayışı, Şam'ın İdlib güneyinde hızla ele geçirdiği toprakların bir kısmını da yeniden kaybetmesi... bu gelişmelerin ardından oluşan yeni haritayı, buradan bilgi alanları yanıltmamak için veriyorum. Savaş alanındaki gelişmeler çok hızlı, bunları ve TSK'nın hareketlerini blog'dan takip etmeye imkân yok. Yine de harita ulaşılabilir en son haliyle kalsın.

28 Şubat 2020 Cuma

TSK mevzisine hava saldırısı • Can kaybı çok

Sonunda korkulan oldu, hava saldırılarına karşı korunmasız halde savaş sahasında otuz küsur mevzi kuran TSK hava saldırısına uğradı, çok can kaybı var. Kayıpları açıklamak Hatay Valisi'ne düştü, Vali Rahmi Doğan, "dokuz şehit"le başladığı açıklamalarında kayıp sayısını bu satırların yazıldığı 03:00 sularında 29'a çıkarmış, "otuz altı da yaralı var hastanede" diye eklemişti. [ GÜNCELLEME / 03:50 / Vali: "33 şehit". ] Ankara, ya doğrudan Rusya jetlerinin yaptığı ya da Rusya'nın onayıyla gerçekleştirilen saldırıda Rusya'nın rolünü belirtmemeye, son günlerdeki daha ufak saldırılarda gördüğümüz gibi, özen gösterdi, Şam"ı suçladı. Haberler hızla akıyor, gelişiyor, buradan bunlara yetişmem mümkün değil. Sadece saldırının yeriyle ilgili yanlış bilgiyi giderme amacıyla haritayı güncelledim. Saldırı, birkaç gün arayla iki defa el değiştiren, halen yoğun çatışmaların sürdüğü Serakib-Neyrab civarında olmadı. Daha güneyde, Suriye ordusunun birkaç gündür kuzeye doğru hızla ilerlediği güney cephesine yakın, Maaret el-Numan'ın 15 km kadar kuzeybatısındaki Balyun (kimi yerde Bilyun olarak geçiyor) köyü yakınında meydana geldi. Haritada ayrıca bu saldırıya kadarki taarruz ve bombardıman durumu da kabaca, eğilimi belli edecek şekilde yeralıyor.

26 Ocak 2020 Pazar

İki TSK gözlem noktası daha kuşatma altında

GÜNCELLEME / 17 ŞUBAT / 17:50
Suriye ordusu, yoğun Rusya bombardımanı eşliğinde ilerlemesini sürdürüyor. Herakâtın hedefinin Afrin ile İdlib'in bağlantısını kesmek ve Türkiye sınırına ulaşmak, cihatçıların Türkiye'den ikmal yolunu da kesmek olduğu anlaşılıyor. TSK'nın Soçi Anlaşması'na uygun olarak kurduğu gözlem noktalarından ikisi daha, Suriye ordusu hatlarının gerisinde, yani kuşatma altında kaldı: Anadan ve Şeyh Akil. TSK ile Suriye ordusu arasında doğrudan çatışma veya karşılıklı ateş teatisi bugün akşamüstüne kadar görülmedi. Fırat'ın doğusunda, TSK Rusya ile bir süredir katılmadığı ortak devriyeye yeniden çıktı. Öyle görünüyor ki, TSK kuşatma altında gözlem noktalarıyla askerî yönden ilgilenmiyor. Çünkü değişik yerlerde kurduğu hareketli mevzilerin sayısı otuzu aşmış durumda.

GÜNCELLEME / 16 ŞUBAT / 02:00
Suriye ordusu ve milisler, Batı Halep'in cihatçıların elindeki parçasını almaya öncelik vermiş görünüyor. Türkiye'den gelip Bab el-Heva'dan İdlib şehrine uzanan ikmal yolunu kesme hedefi de bâki. TSK, Suriye ordusunun batıya ilerlemesini önleyecek şekilde mevzileniyor, ancak şu ana kadar ilerleme yavaşlamadı. Suriye'nin yeni yönelimi, daha ileriki aşamasında, Ankara'nın denetimindeki Afrin bölgesiyle İdlib'in orta ve güney bölgelerinin irtibatını kesmeyi hedefleyecek. "İdlib" diye anılan bölgenin gerçekte Batı Halep'ten meydana kuzeydoğu parçası üç yönden sarılı olduğundan, Suriye ordusunun burayı kısa zamanda ele geçirmesi mümkün görünüyor. Günün sürprizi, Suriye ordusunun güneyden yeni bir taarruza geçerek M-4 karayoluna yönelmesi oldu.

GÜNCELLEME / 14 ŞUBAT / 17:30
Suriye ordusu M-5 karayolunun denetimini bütünüyle ele geçirdiğini resmen açıkladı. Gerçi yola yakın birtakım yerleşim birimlerine cihatçıların karşı saldırısı ve zaman zaman birtakım mevzilerin el değiştirmesi yine görülüyor, ayrıca karayolu pek yakındaki cihatçı mevzilerinden yapılabilecek top ve roket atışlarına karşı hâlâ çok hassas, yine de, 7-8 km'lik kısmında bu hassasiyet özellikle büyük olsa da, tamamının ordu denetimine geçişi Suriye İçsavaşı'nda belirleyici bir viraj. Suriye ordusunun şu anda öncelikle hasımlarının Türkiye'den ikmal hattını (Bab el-Heva - İdlib) kesmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Bunun için Etarib'i almak üzere ilerlemeye çalışıyorlar. Ancak Etarib'e TSK'nın da girip mevzi aldığı söyleniyor. Harita güncellemelerinde TSK'nın kurduğu mevzileri ve yığınak noktalarını belirtmiyorum, çünkü bunlar süratle değişebiliyor, yetişmem imkânsız. Şu andaki gidişat, Suriye ordusunun hareketine göre TSK'nın da konum aldığını gösteriyor ve bu gidişle maalesef sık sık doğrudan çatışma koşulları oluşuyor. Günün en önemli olayları, TSK'nın Reyhanlı'dan (TC topraklarından) Suriye ordusuna top ateşi açması ve TSK gözlem noktasının yakınından atıldığı ileri sürülen roketle Suriye helikopterinin düşürülmesi, pilotların (üç asker) ölmesi. Yani belki aslında 'zaten çatışılıyor' demek gerekli.

25 Aralık 2019 Çarşamba

Osman Kavala'nın avukatlarından duyuru

AÇIKLAMA / 25 Aralık 2019

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, 24 Aralık 2019 tarihli duruşmada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 10 Aralık 2019 tarihli kararında belirtilen, Osman Kavala'nın "derhal salıverilmesi" ve "TCK 312. maddede yeralan suçun unsuruna ait delillerin mahkeme dosyasında bulunmamasına" ilişkin kararını hiçe sayarak yeni bir HAK İHLALİNDE bulunmuştur.

AİHM kararlarının hukukî değerlendirmesini yapacak merci, tarafsız ve bağımsız Türk Mahkemeleridir, buna rağmen İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, sözkonusu kararla süreci geciktirmek adına bu yetkisini Adalet Bakanlığı'na devretmiştir.

Bu karar, hukuka aykırı olmasının ötesinde Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve uluslararası ceza hukuku prensipleri ile kurmaya çalıştığı bağları kopartacak niteliktedir.

Osman Kavala hakkında sürdürülen tutuklama kararının kaldırılmasına ilişkin AİHM kararında yer alan "derhal uygulanması" şerhi, Kişi Hak ve Özgürlükleri'nin korunmasına yönelik Anayasal bir zorunluluk olup kararların kesinleşmesine bağlı kılınamaz.

Kaldı ki, alınan kararların keyfîliği, hukukî bir hata ya da hakimin takdir yetkisi içerisinde değerlendirilemez.

Gelinen noktada, sözkonusu hukuka aykırı kararın adalet ve yargı sistemimizi içine düşürdüğü durum, iki yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunan Osman Kavala'nın mevcut durumundan daha vahimdir.

Bu hukuksuz uygulamaya karşı Mahkeme Heyeti'nin reddi ve HSK'ya şikâyet gibi başvurular başta olmak üzere, tutukluluğun devamı kararına itiraz, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi başvuruları ile Adalet Bakanlığı'na ivedilikle yapılacak başvurular tahtında hak arama yolundaki kararlılığımızı kamuoyunun bilgi ve dikkatlerine sunarız.

Osman Kavala Müdafîleri
Av. Dr. Köksal Bayraktar, Av. Deniz Tolga Aytöre, Av. İlkan Koyuncu

22 Aralık 2019 Pazar

İdlib • İkinci TSK gözlem noktası da kuşatma altında

GÜNCELLEME / 23 ARALIK / 22:00

Suriye ordusu, İdlib'in güneydoğusundan başlattığı ilerleyişi sürdürüyor. Carcanaz başta, birkaç yerleşim yerini daha ele geçiren ordu, günlerdir süren bombardımanlar sonucunda harabeye, sakinleri kaçmaya çalıştığından hayalet şehre dönüşen Maaret el-Numan'a 8-9 km yaklaştı. Şam'ın bugünkü hamlesinin Ankara açısından en riskli sonucu, aşağıda sözü edilen ihtimalin gerçekleşmiş olması: TSK gözlem noktalarından biri daha, Suriye ordusunun kuşatması altında kaldı. Surman'daki askerlerin dışarıyla karadan irtibatı kesildi. Şu soru kafaları kurcalamalı: En az iki gündür, bunun olacağı kesinlikle belliydi; neden hiçbir tedbir alınmıyor ve o askerler orada rehine gibi bırakılıyor? Yeni durumu gözeterek haritayı güncelledim. Aşağıdakini de burada bırakıyorum ki kıyaslayabilin. (Haritada, Suriye ordusunun son birkaç ayda ele geçirdiği yerlerin arasında iki kırmızı nokta var artık: Önce kuşatılan Morek'teki gözlem noktasıydı, şimdiki Surman'daki.)
_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _

Rusya bombardıman uçaklarının ve kendi hava kuvvetlerinin (jetlerle bombardıman + helikopterlerden varil bombaları) desteğiyle ilerleyen Suriye ordusu, İdlib'in güneydoğusunda birçok köyü ardarda ele geçirdi, vilayetin -ve silahlı muhaliflerin- önemli yerleşim birimlerinden Maaret el-Numan'a 10-15 km kadar yaklaştı. Ordu ilerledikçe onun önünden kaçan ahali yeni bir mülteci dalgası meydana getiriyor. Türkiye sınırına dayanan mültecilerin sayısının yüz bine yaklaştığı bildiriliyor. Şam yönetiminin İdlib'i bütünüyle yeniden ele geçirmeyi hedefleyen harekâtının yürütülüşüne bakılırsa bu sayının milyona ulaşması sürpriz olmaz. Zira Rusya ve Suriye uçakları muhaliflerin "kalesi" gördükleri her yeri taş taş üstünde bırakmamacasına bombalıyor, yaşanamaz hale getiriyor, buna rağmen orada barınmaya çabalayan kalırsa o da üzerine doğru gelen ordunun eline geçmemek için yola düşüyor. Burada daha önce paylaştığım haritalardan sonuncusuyla şimdi verdiğim haritayı karşılaştırmak, işlerin nereye doğru gittiğine dair berrak fikir verecektir. (Haritaya tıklayın ki büyüsün!:)

Haritada dikkatinizi çekmek istediğim bir husus, Türk Silahlı Kuvvetleri gözlem noktalarının durumu. Suriye ordusu tarafından kuşatılmış kalan 9 no'lu gözlem noktasına (Morek) ilaveten, 8 no'lu Surman da kısa süre içinde kuşatılmış olacak. Stratejik önemdeki M5 karayolu üzerindeki Maar Hitat gözlem noktasının aynı duruma düşmesi de gün veya en fazla hafta meselesi. Bu gözlem noktası sonradan, Suriye ordusu İdlib'te harekâta başladığında kurulmuştu.

Suriye ordusu İdlib'deki cihatçı mevzilerini kuzeydoğu ve güneybatıdan da zorlamayı sürdürüyor. Lazkiye kuzeyinde sürdürülen, hedefi Cisr el-Şuğur olan operasyonlar bir türlü kalıcı başarı kaydedemiyor, ordu bu dağlık bölgede ilerleyemiyor, ancak tâciz ve taarruzu da durdurmuyor. Kabaca "İdlib" diye adlandırılan bölgenin gerçekte Halep vilayetinin parçası olan doğu ve kuzeydoğu kısmında da Suriye ordusunun zaman zaman atakları görülüyor, ancak bunlar ilerleme ve toprak kazanma hedefi güden kararlı operasyonlara dönüşmüyor.

3 Kasım 2019 Pazar

Osman Kavala'dan ikinci yıl mesajı

Keyfî tutukluluğunun ikinci yılında Osman Kavala'nın kaleme aldığı metin:

Silivri’de ikametimin ikinci yılı tamamlandı. Eşimin, ailemin ve tüm dostların desteğiyle bu eziyet dönemini en az hasarla geçirmeye gayret ediyorum.
 
Buradayken komşularımın, tanıdıklarımın tahliye edilmeleri karamsarlığımı hafifletiyor. Karşı komşum sevgili Eren Erdem’in tahliye olmasına çok sevindim. Bizim mahkemede üç celse gerçekleşti. Yapılan savunmalarda suçlamaların delile dayanmadığı, suçlananların şiddete yönelik hiçbir faaliyette bulunmadıkları, aralarında da örgütsel bir bağ bulunmadığı bence yeteri kadar açıklık kazandı.

Savunma avukatları, kurgusu, hukuk dışı yapılan telefon dinlemeleri ve ihbar mektuplarıyla, bu iddianamenin Gülencilikle suçlanan polis ve savcıların çalışmasına dayandığını ortaya koydular.

Bu iddianame adalete hizmet işlevini yerine getirmekten uzak; Gezi Protestolarına katılanları itibarsızlaştırmaya ve benim tutukluluğumu devam ettirmeye yarıyor. Bu iddianamenin savunulmasının yargıyı yanıltma yöntemlerine ve bunları üreten anlayışa onay verilmesi anlamına geldiğini düşünüyorum.

İddianamede temel deliller olarak kullanılan, ama delil niteliği taşımayan, hukuksuz biçimde elde edilmiş telefon konuşmalarıyla benim ve diğer suçlananların cezaya çarptırılmasının mümkün olmayacağını hakimlerin de gördüklerine eminim. Ancak, olsa olsa kısa tutuklamalar için geçerli olabilecek, tutuklama için kesin delil gerekmez akıl yürütmesi sonucu tutukluluğum uzatılmakta, yargılama sürecine paralel bir infaz gerçekleşmekte.

TBMM’de kabul edilen yargı reformu paketinin hazırlanış nedenlerinin en önemlisi yargısal tasarrufun meşruiyetine zarar veren temel hak ve özgürlüklere yapılan orantısız müdahaleler olarak açıklanmıştı. Kanaatimce tutuklama sürelerine sınır konması, bu vahim durumu gidermeye yetmeyecek, zira temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin meşruiyet zemininden uzaklaşmasının asıl nedeni tutuklama sürelerinin uzaması değil; tutuklama sürelerinin uzaması sorunun nedeni değil sonucu.

Sorunun kaynağında somut delil ortaya konmadan ağır suçlamaların yapılmasını, tutuklama ve mahkumiyet kararları verilmesini meşru gören bir tavır, hukuku araçsallaştıran bir anlayış bulunuyor.

Gerçek bir yargı reformu için kişi özgürlüğünün en temel insan hakkı olduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu olursa, hiç kimsenin, hiçbir siyasetçinin ya da kamu görevlisinin, bu kutsal hakka keyfi olarak müdahale etme yetkisine sahip olmadığı anlaşılacaktır.

10 Ekim 2019 Perşembe

Osman'ın avukatları durumun vahametini anlattı

Gezi Parkı olaylarına ilişkin 8 Ekim 2019 Salı günü İstanbul 30’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava duruşmasında Osman Kavala'nın tutukluluğunun devamına karar verildi. Kararın açıklanması sonrasında bugün Kavala’nın avukatları tarafından bilgilendirme ve değerlendirme toplantısı düzenlendi. Toplantıya Av. Köksal Bayraktar, Av. Deniz Tolga Aytöre ve Av. İlkan Koyuncu katıldı.

Av. Köksal Bayraktar, mahkeme başkanının üçüncü kez değiştiğini ifade ederek şunları söyledi:

"Duruşmalardan önceki süreç farklı bir başkan tarafından yürütülüyordu. Silivri’de yapılan ilk duruşmada başkanın değiştiğini gördük. İkinci duruşmaya başkanlık yapan hakim Kavala için ara kararına tahliye edilmesi yönünde karar bildirmişti. Fakat üye iki hakim tahliyeye karşı çıktığı için Osman Kavala tahliye edilmedi. Daha sonra bu hakim de değişti ve bu kez üçüncü mahkeme başkanıyla karşılaştık.

7 Ekim 2019 Pazartesi

DAİŞ için yeni fırsat

DAİŞ’in (IŞİD) doğuşu ve yükselişini, yayılmasını, zaferlerini, dayandığı manevî-toplumsal tabanı, pratikte kurduğu ilişkileri, gördüğü desteği azıcık bilen, “süreci izleyen” herkes şu anda (Suriye'de ABD'nin, sınırdan çekilip Fırat'ın doğusunu Türkiye askerî harekâtına açma kararı ertesinde) dehşet içinde. Meselenin yalnız DAİŞ'le ilgili kısmına dair bir-iki şey söyleyeceğim; büyük ölçüde kayda geçsin diye. Dolayısıyla, militarist seferberlik eşliğinde yürütülecek kanlı seferin Türk ve Kürt halklarının gelecek kuşaklarının omuzlarına -mevcutlara ek olarak- nasıl korkunç yük bindireceğine, yani esas konuya burada girmiyorum.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “biraz abartılıyor” dediği DAİŞ’çi sayılarının abartılmamış hali bile bölgeye uzun yıllar kan kusturacak kadar. Çoğu derme çatma hapishane ve kamplardaki on binlerce DAİŞ’çiye ek olarak, yeraltında 20-30 bin militan olduğu tahmin ediliyor. Bunlar son zamanlarda sayısı giderek artan eylemler yapıyorlar ve kimi yörelerde yerel aşiretlerden-halktan -bazen gönüllü bazen zorunlu- destek bulabiliyorlar. DAİŞ'in yerel halktan destek bulması çoğu zaman konjonktürle de ilgili: yani başarı, desteğin yayılmasını getiriyor. SDG’nin elindeki 60-70 bin DAİŞ’çi “ailesi”nin başında, birkaç yüz muhafız var. Olası TC harekâtında savaşmak için güçlerini kaydırırlarsa -başka çareleri mi var?-, zaten kontrolu zor kamp ve hapishanelerden kitlesel firar olabilir -ki, bu DAİŞ’in uzmanlık sahalarından sayılır. Daha önce Irak'ta düzenledikleri kitlesel firar eylemlerinin örgütün tarihinde özel yeri var. Ayrıca, Ebubekir el-Bağdadi‘nin "firar edin" talimatı içeren son sesli mesajı üzerine DAİŞ'çilerin tutulduğu birçok kampta çeşitli girişimler görüldü. Örgüt bu işi çok daha ciddî tertiplemeye kalkışabilir. Olası operasyon zaten kanlı ve kaotik ortam yaratacak. SDG-YPG güçleri ile TSK ve Ankara'nın getireceği Suriyeli cihatçı güçleri arasındaki çatışmalara belki yerel Arap-Kürt kavgaları eklenecek. Bu esnada DAİŞ’in yine birtakım yörelerde denetimi ele geçirdiğini görebiliriz.

Ankara-Washington, daha doğrusu iki devletin başkanları arasındaki son telefon anlaşmasından sonra, DAİŞ'li tutuklular meselesinin nasıl halledileceğine dair telaffuz edilenler, kafamızı açmak yerine daha çok karıştırdı. ABD Başkanı Donald Trump, "biz onlarla savaştık, yüzde yüz yendik, tutukluları geldikleri ülkeler kabul etmiyor, bize de pahalıya geliyor, hem onlar sizin mahalleden, ne halt ederseniz edin" demeye getirdi. Erdoğan ise, "onları oradan nasıl derdest ederiz, ona bakıyoruz" gibi bir söz söyledi. 60 bin kadar tutuklunun bulunduğu kamp, "güvenli bölge" adı altında elkonacak bölgenin çok uzağında! "Derdest etmek" için oraya gitmeniz veya topraklarına girip savaşacağınız YPG ile anlaşma yapmanız, onların bu tutukluları getirmesini sağlamanız lazım. Akıl kârı mı? DAİŞ'lilerin sorumluluğunu üstlenmek hem bu bakımlardan hem de zaten genel olarak, nasıl mümkün olabilir?

Ankara muhtemelen, DAİŞ’in ilk yükseliş zamanlarındaki gibi bir “karşılıklı anlayış” ve işbirliği havasının egemen olacağını öngörüyor ve bu yeniden toparlanma aşamasında örgütün TSK ile karşı karşıya gelmeyi göze alamayacak oluşuna bel bağlıyordur. Ayrıca DAİŞ'in Türkiye topraklarındaki eylemlerinde, adalet ve demokrasi için meydanlara çıkanlar, solcular, mitinge veya düğüne gelmiş Kürtler, lüks eğlence yerinde yılbaşı kutlayan küffar tayfası can veriyor, iktidar koalisyonu destekçilerinin burnu kanamıyor; DAİŞ'in yeniden yayılması, etkinleşmesi tehlikesi belki bu yüzden de Ankara'daki muktedirleri o kadar rahatsız etmiyordur.

Sonuç olarak, DAİŞ meselelerine yakın herkesin endişesi aynı: dünya DAİŞ'in yeniden yükselişini izlemeye ve sonuçlarına katlanmaya hazırlanmalı. ABD Başkanı, "bize ne" diyor, "onların hepsi çok uzakta". Yanlış sayılmaz. Fakat bönce. El-Kaide de Afganistan'ın dağlarındaydı, New York'u kalbinden vurabildi. Sebebi coğrafî uzaklık da ideolojik-pratik yakınlık da olsa, DAİŞ gibi bir örgütün yeniden yükselişinden zarar görmeyeceğini sanmak akıllı mantıklı hiçbir devlet yöneticisinin yapacağı iş değil. Fakat işte, bize de bu akıl mantık uzak; "coğrafî" bakımdan.