17 Aralık 2013 Salı

Seni sevemedik Hakan

Futbol düşkünü olanlarımız onun yüzünden senelerce çelişkiler içerisinde kıvrandı. Gelmiş geçmiş en işlevli futbolculardan biriydi, ama kimse ona gönül rahatlığıyla "büyük futbolcu" diyemedi.


Skoruna bakarsanız en büyük golcülerden biri, ama kimse onun için gönül rahatlığıyla "golcü" diyemez. Oyun tarzıyla, yeni bir santrfor tipi vücuda getirdi ve ondan sonra herkes onun bir benzerini aramaya, sanki bu tür bir santrfor olmadan takım kurulamazmış gibi davranmaya başladı.

Hele top rakibin sahasındayken elinde bir Hakan Şükür olması için dualar etmeyecek teknik direktör yoktu sanırım. Bu kadar başarılı bir futbolcu, hele futbolu bıraktıktan sonra, genellikle sıcak tebessümlerle, özlem ifadeleriyle, sevgiyle anılır.
Hakan'la ilgili hissiyatımızın tamamen aksine, soğuk, karışık, tekinsiz oluşunun altında pek basit ama büyük bir hakikat yatıyor: Onu bir türlü sevemedik. Onun sayesinde sevindiğimiz anda bile onu kucaklamak istemedik. Galatasaraylıların çoğu da hep karışık duygular içinde oldu. Kendilerine dünyanın maçını kazandırmış adamı "Şaban" diye aşağılayan snop taraftarların küstahlığından sözetmiyorum; Hakan Şükür asla bir "halk kahramanı" olamadı. Sevilememesinin altında yatan en büyük sebeplerden biri, nasıl oluyor bilinmez, yüzüne hep yansıyan bir hesaplılık, içten pazarlıklılık ifadesidir sanırım. Bakınca güvenemiyorsunuz. Temele doğru bir kademe daha iniyorum: Çünkü onu tanıyamıyorsunuz. Nasıl bir insandır, anlayamıyorsunuz.
Takım elbiseli siyasete girdiğinde çok şaşırmış, acaba hangi konuda ne tavır alacak diye merak etmiştim. Açıklık bu tür insanlara göre değildir. O da kapalı kutu olarak kaldı nitekim. Aldığı tek tavır, memleketin herhangi bir sorununa dair değil, mensubu bulunduğu hareketin çıkarlarına ilişkin oldu: "vefasızlığa" tepki göstererek (dershane kavgasında) partiden ayrıldı.
İstifa gerekçesini açıklarken, "siyasete bağımsız devam edeceğini" söyledi. Televole'nin başlangıç dönemlerindeki yavanlıkları saymazsak, bunu Hakan Şükür'ün yaptığı ilk espri kabul etmeliyiz. Hangi "siyaset" ve pardon da ne bakımdan "bağımsız"?
Muhterem, "Bu karardan sonra şahsıma yönelik bir kısım karalama kampanyalarının da başlayacağını biliyorum," buyurmuş. "Sporculuk hayatımdan beri, benzerlerini defalarca yaşadığım bu duruma alışkınım." Peki de, neden yaşadın? Evet, elini vicdanına koyan herkes söyler, bazen haksızca ve kötü niyetli saldırılara uğradın. Ama bazen. Gerisi?
Futbol başarın tarihe yazıldı; tamamdır. Fakat artık "takım" yok, içinde bulunduğun hareket takım değil, sen de oranın santrforu değilsin. Sahiden "bağımsız" bir yetişkin gibi davranma vakti geldi. "Onca yırtındım, bunca gol attım, beni niye sevemediler?" diye düşünmekle başlayabilirsin belki.