3 Mart 2014 Pazartesi

Kötülere bişey olmaz...

Hırsız eve giriyor, cinayete şahit oluyor, çıkıp gördüğünü herkese anlatıyor, başka evlere de girmesini, oralarda gördüklerini de anlatmasını istiyoruz, oysa bizim evi soyduğunda ona nasıl kin beslemiştik... Birileri gülüp eğleniyor, başkaları, "canım, o hırsız!" diyor, maktul içeride yatıyor. Ahlâk düşüklüğü havaya karışırsa, gaz maskesi, deniz gözlüğü veya talcid'li su püskürtmek kimseyi koruyamaz. Yalanın hükümranlığında hakikat bitkisel hayat sürer ancak. Hayatını başkalarını tahakküm altına alma tasavvuruyla kuranların ahlâk düşüklüğünden rahatsız olduğu, hiç görülmemiştir. Ahlâksızlık, adalet duygusunun soluk alacağı havayı, eşitlik, özgürlük taleplerinin toprağını yok eder.

Hayatî iddiaları pişkinlik ve yalanla geçiştirme peşindeki iktidar propagandacıları ısrarla şunu haykırıyorlar: "Binlerce kişinin uyduruk bir örgüt soruşturması kisvesi altında gizlice dinlendiği ortaya çıktı, kimse bununla ilgilenmiyor!" Aslında demeye çalıştıkları: E, bunu da paralel yapı becermiş işte! Niye onları suçlamıyorsunuz? Bunun cevabı çok karışık değil: Çünkü bütün bu haltları birlikte yediğinizi düşünüyor insanlar. Şimdi aranız bozulmasaydı o Selam örgütü icabında hepimizin başına çorap örmek için kullanılabilirdi. Şu anda ateistleri otomatikman terörist ilân eden başbakanın hangimizi ne zaman ne tür bir düşman olarak göstereceğinin garantisi mi var? Gezi isyanını destekleyen herkes, şimdi de Cemaat'çiler, uluslararası güçlerin uzantısı, vatan hainleri vesaire, meselâ. Ayrıca, devlet içindeki örgütü yakalayıp mahkeme önüne çıkaracak olan biz değiliz ki! Biz seçilmiş hükümeti tanırız, onu sorumlu tutarız, ondan bekleriz. Birçok insanın da bu şekilde düşünmesi sağlıklı ve demokrasi kültürü adına bir ilerleme aslında. Ama o örgütü oraya kim yerleştirdi, kim bir dediklerini iki etmedi, üstelik şimdi bunu fatura gibi uzatıyor, bunu unutmamız mı bekleniyor?

Öbür tarafa dönelim: Cemaat ne hakla yok 28 Şubat'tı, yok kendisine karşı cadı avı başlatılacağıydı, böyle şeyler öne sürerek masum ve mağdur rolü oynamaya hazırlanıyor? Ahmet Şık'tan Ergenekoncu, Hanefi Avcı'dan komünist örgütçü yapmış savcılarınız, hayatının son günlerindeki bir kadının evini o şekilde basan polisleriniz, yıllardır Kürtlere karşı düpedüz kışkırtıcılık yapan sakil televizyon dizileriniz, bu kışkırtıcı faaliyet için şu anda bile hâlâ fırsat arayışınız, hükümetle aranız bozulunca birden demokrasiyi hatırlayan mümtaz yazarlarınızla, nasıl oluyor da bu memleketteki demokrasi cephesinin doğal bir unsuru haline geliyorsunuz? Şu anda yürüttüğünüz, bir demokrasi mücadelesi midir? Yoksa devlet içerisinde fink atabildiğiniz günlerde elinize geçirdiğiniz güç ve araçlarla temin edilmiş mahrem bilgileri ortalığa dökerek hasmınıza darbe mi vuruyorsunuz sadece? Derdiniz demokrasi idiyse ne arıyordunuz Emniyet'te, Adliye'de? Orada güçlü olduğunuz günlerde o gücü nasıl kullandığınızı gördük bir defa, unutmayız ki artık. Ya da kısaca şunu soralım yetsin: Aralar bozulmasaydı acaba şu anda ne yapıyor olacaktınız?

Hükümet ile Cemaat'e vicdan sahibi herkesin soracağı tek soru, diyeceği tek laf vardır: Hrant'ı kim öldürdü? Yedi senedir ikiniz birlikte, elele vermiş kimleri saklıyor, kimleri kolluyorsunuz? (Hem bunu sorunca, şimdi birden haksız yere tutuklanmış masum rollerine soyunan darbecilerle, Ergenekoncularla da mesafeyi korumuş olursunuz. Görüyorsunuz, ne bereketli soru: bir taşla üç kuş.)

Muhalefete geçelim. (Çevremde MHP'den medet uman yok, bu yüzden izninizle MHP'yi konu dışı bırakacağım.) CHP bir parti midir? Bir siyasî hareket midir? Hangi siyasî görüşünü özetleyebilirsiniz? Önümüzde yerel seçimler var, bu partinin siyaseti neye dayanıyor? Apaçık cevap şu maalesef: Devlet içinde örgütlenmiş birilerinin hükümetle giriştikleri güç mücadelesi öyle gerektirdiği için başlattıkları kirli mücadelenin ürünlerine. Birilerinin telefonları dinleniyor (yasal dinleme mi değil mi, hiç önemli değil, bu zaten komik bir ayrım, çünkü yasalsa da kılıfına uydurulmuş anlamına geliyor sadece), kayıtlar saklanıp saklanıp heyecanlar da yaratılarak, atmosfer oluşturularak yayımlanıyor, bu kayıtlarda geçen ayrıntıları diline dolayan "ana muhalefet lideri", 30 sene öncesinde kalmış bir üslûpla meydanlarda "hırsızlara" veryansın ediyor. ("Yetimin hakkı"ndan falan sözeden siyasetçi görünce hemen uzağa kaçmalısınız; uyarıyorum!) Sevincinden de uçacak, zira siyaset adına konuşabildiği tek konu bu. AKP, siyaseti Kılıçdaroğlu ve yanındakilere, bildikleri ve becerebildikleri o biricik motifle yapma şansı verdiği için kendinden utanmalı. CHP, neyine güvenerek anlayamıyoruz, ama iktidara aday bir siyasetçi grubudur. Şu anda gördüğümüz kimliğiyle, siyasî parti bile sayılamaz.

"Aman ne güzel, her gün heyecanlı kayıtlar çıkıyor, yesinler birbirlerini!" Bu da genel muhalif tavır. Kimsenin neşesini kaçırmak istemem ama sevinilecek hiçbir şey yok. Sevmediğiniz insanların kirli çamaşırları ortaya dökülüyor diye seviniyorsunuz, güzel de, "bunlar gitsin"in ikinci adımı nedir? Kim gelsin istiyorsunuz? Nasıl bir hükümet istiyorsunuz? Demokratik ve özgürlükçü bir hükümet mi istiyorsunuz? Peki, Kemalistlerin, MHP'lilerin, Cemaat'çilerin, demokrasiyle bir alâkası olan veya olmayan solcuların hep birlikte yürüttüğü bir muhalif cepheden nasıl bir "ürün" çıkabilir? Naçizâne, yine bir sürü küfür yemeyi göze alarak görebildiğimi söyleyeyim: İlkin, bu muhalefet ortamında ağır bir oportünizm kokusu alıyorum. Farklı siyasî tavırların temsilcileri, elbette somut, sınırlı amaçlar için biraraya gelebilir; ama bu, herkesin ne istediğini, hangi ilkelerle, hangi hedefle sınırlı olarak birarada olduğunu doğru dürüst açıklamaması halinde, elbette oportünizm olur. İkincisi, bugün kirli çamaşırların ortaya dökülmesini sağlayan mekanizma, yarın bu mekanizmalara hakim olanların kirletmek istediği herkese karşı kullanılacaktır. Temiz pak insanlara karşı da. Bu mekanizmalar varsa, kirletirler; sahnede tabanca varsa patlar. Son olarak şunu ekleyeyim: Bugünkü mücadelenin ana konuları, kullanılan araçlar ve her iki tarafın propaganda savaşçılarının sergiledikleri numaralar, muazzam bir ahlâk düşüklüğü yaratıyor. Ahlâk düşüklüğü bu kadar yaygınlaşır ve pişkinlikle birleşir, bir de kanıksanırsa, yarın biz nasıl bir memlekette yaşıyor oluruz, tahayyül etmeye çalışalım. Zaten neredeyiz, onu da hesaba katarak elbette... Ahlâk düşüklüğünden en büyük zararı, demokrasi, eşitlik, özgürlük isteyenler görür. Şimdiye kadar olduğu gibi. Kötülere bişey olmaz yani...