6 Ağustos 2014 Çarşamba

Af edersiniz - Etmeyiz!

Cümle tam olarak şöyle: "Benim için Gürcü diyen oldu, af edersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu." Söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, söylediği yer NTV-Star ortak yayını. Karşısında, Erdoğan ne söylerse söylesin problem çıkarmayacak Oğuz Haksever var.

Üç sene önceki söz de şöyleydi: "Bizim için de neler yazdılar! Ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne afedersiniz Rumluğumuz kaldı." Seçime iki gün kala, 10 Haziran 2011 akşamı, Erdoğan yine NTV'de, bu defa Oğuz Haksever'in yanısıra, Nermin Yurteri, Nilgün Balkaç ve Ruşen Çakır'ın karşısındaydı. Demek o sırada başbakana hâlâ şikesiz birşeyler sorulabiliyormuş. İkinci çıkarım: Başbakanın ırkçılığı konjonktürel değil. Yapısal.

Erdoğan ilkinde Rumluk için "af edersiniz" demiş, ikincisinde Ermenilik için. Sanırım fark etmiyor, öyle denk gelmiş. Türk ve Sünni olmadıktan sonra kimsenin değeri yok. Bugünlerde galiba bir de Selefiler revaçta. İslâm Devleti adı altında dehşet saçan, şu anda biz bunları konuşurken, on binlerce insanı çoluk çocuk dağ başlarına kaçıp korku içinde açlıktan sefaletten titremeye, ölmeye mahkûm eden Müslümanlarla başbakanın bir sorunu yok. Hattâ anlayabildiğimiz kadarıyla onlara destek veriyor.

Buraya kadarı, Tayyip Erdoğan adlı kişinin cibiliyet ve günah hanesine yazılabilir, giderdi. Böyle değil. Çünkü kendisi bir siyasî lider, 76 milyonluk koca memleketin seçmeninin aşağı yukarı yarısı ona oy veriyor, onun başta kalmasını istiyor. Ve Erdoğan'ın ağzından çıkan tek kelime bile şuursuzca sarf edilmiyor. Getireceği-götüreceği hesabı yapılarak şekillendiriliyor mesajları.

AKP liderinin etrafında, Türkiye toplum çoğunluğunu, yani seçmenini gayet iyi tanıyan, hesaplarını ve adımlarını isabetle tasarlayan bir ekip bulunduğu belli. Bu ekibin ilk özelliği, toplum çoğunluğunun önyargılarını, kaşınabilir hassasiyetlerini iyi bilmekse, ikinci özelliği, insan onuru, hak, adalet gibi kavramları bütünüyle silip atmış -(o "l" başka bir harf de olabilirdi)- oluşu, yapabileceklerinin, yapamayacaklarının herhangi bir sınırının bulunmayışı. Yani: "Şu beyan bize şu kadar oy getirir, ama şu insan grubunun hayatını tehlikeye atar" gibi bir kaygının, bu insanlara çok yabancı oluşu.

Gidilen yer: "Müslümanla azınlık birarada olmaz"


Erdoğan'ın bütün seçim ve kamuoyu çalışmaları bariz bir dinî kisve altında sürdürüldüğü için, başbakanın etrafındaki propaganda ekibi, şimdi gözükmüyor ama, esas zararı din kültürü ve dindarlık kavramına veriyorlar; hem kendini Müslüman olarak tanımlamak hem de siyaset yapmak isteyenleri, dışına çıkmakta zorlanacakları bir faşizan çerçeveye mahkum ediyorlar. Ahlâk, adalet gibi kavramlarla dinin zaten netameli hale gelmiş ilişkisini de tamamen bozuyorlar. Başbakanın destekçileri, Ermenilerin, Rumların aşağılanmasının gayet doğal olduğunu iddia eden tweet'ler atıyorlar, "Elbette Müslüman üstündür!" diye haykırabiliyorlar. Böylece, yakın gelecekte, demokrasi, insan hakları ve özgürlük isteyecek olanlara, dinin her türlü toplumsal etkisine baştan kategorik olarak karşı çıkmak dışında çare bırakmıyorlar.

Bu, Kemalizmin yarattığı ikiyüzlü "dine soğukluk" durumu gibi olmayacak. Çok daha bilinçli, ayakları yere basan, gerekçelendirilmiş bir felsefî yaklaşım olduğu kadar, halkların hafızasında henüz çok taze haksızlıkların, riyakârlıkların, zulümlerin hatırasına dayanacağı için, duygusal dayanakları da güçlü, kararlı bir siyasî tavır olacak. Basit bir örnek-öngörü başlığı olarak şunu öne sürebiliriz: Hiçbir azınlık, Müslüman çoğunluğun olduğu yerde kendini güvende hissetmeyecek. Bunun "insanlığın hayatında" çok önemli sonuçları olacaktır.

Bütün o hırsızlık-yolsuzluk meseleleri, polislerin yazdığı destanlar, ölmüş çocukların analarını yuhalatmalar, "sen alevisin, öbürü zaza" numaraları, İslâm Devleti militanlarının kestikleri kafalarla, ırzına geçtikleri kadınlarla birarada izleniyor ve algılanıyor. Ya farkında değiller ya da olacakları anlamıyorlar. (Bu uzun ve derin mevzu, şimdilik bu kadarıyla bırakalım.)

Erdoğan'la muhalefetin buluştuğu çizgi


Gelelim Erdoğan'ın bu pervasız ırkçı söylemleriyle oyunu artırabildiği olgusuna. Burada ırkçı söylemlere prim veren çoğunluğu kurcalamaktansa gözümü öbür tarafa çevireceğim. Çünkü: Türkiye'de hem Sünni çoğunluk kültürü hem Kemalist milliyetçilik hem genel olarak Ülkücülük şemsiyesi altında toplanabilecek Türkçü milliyetçilik, doğuştan ırkçıdır ve bu üç büyük gruptan ikisi, şu anda Müslüman (Sünni) ırkçısı hükümete muhalif cephede. Yani sadece iktidar değil, muhalefetin önemli bölümü de ırkçılıkla mâlûl. Bu şüphesiz, başbakanın o lafları etmesini kolaylaştırıyor, genel olarak memleketin havasına suyuna sinmiş ırkçı-nefretçi zehrin ortalıkta daha az engelle karşılaşarak dolaşmasına meydan veriyor.

Şöyle ifade edersek durumun vahameti daha anlaşılır olacak: "Af edersiniz Rum", "daha çirkini, Ermeni dediler" söylemleri, Erdoğan'ı muhaliflerine yaklaştıran laflar. Muhalefetin çok büyük bölümünün Kürtlerle yürütülen görüşmeler ve "barış süreci"ne karşı duyduğu infial ve hezeyan gözönüne alınırsa, Türk-Müslüman olmayan azınlıklara yönelik ırkçı bayağılıklar yoluyla Erdoğan'ın milliyetçiler nezdindeki eksi puanlarının bir kısmını artıya çevirdiği düşünülebilir. Henüz birkaç gün önce, 1915 filmi yapan Fatih Akın'ı ve Agos gazetesini "beyaz berelerimizle takipteyiz" diye tehdit eden Ötüken grubu faşistleri şu anda, "e, tamam, başbakan yolu açtı" diye düşünüyor olmalılar.

Allah'tan, başbakan kendi buyruğu dışında insan ısıran sivrisineğe bile tahammül edemiyor. Öte yandan, bundan sonra olacak her şey af edersiniz onun buyruğuyla olmuş sayılacaktır.