27 Kasım 2014 Perşembe

Onları niye savunamayız?

AKP propaganda mekanizmasında yaşanan sarsıntı, basit bir “neler oluyor?” tartışmasından fazla gürültü koparttı. daha fazlasını da kopartmalı. Çünkü Star grubu “medya grup başkanı” ile, Star ve Akşam gazeteleri genel yayın yönetmenlerinin beklenmedik bir operasyonla aynı anda görevden alınması, bir değil birçok bakımdan anlamı olabilecek bir gelişme. İktidarın propaganda mekanizmasının gelecekteki şekillenmesine dair sunabileceği verilerin yanısıra yaratabileceği sonuçlar olabilir. Siyasî boyutu olabilir, iktidar çevresinde, hattâ “mutfağı”nda işlerin nasıl yürütüldüğüne dair önemli işaretler içeriyor olabilir, yakın geleceğe dair fikir veriyor olabilir.

Bir tek şey olamaz: Bu konunun gazetecilikle, basınla, hele basın özgürlüğüyle uzaktan yakından ilgisi olamaz. Bir vakitler gazeteci sayabileceğimiz bu insanların son birkaç yıllık angajmanları, pratikleri, neyi niye ve nasıl yaptıkları ortada. Tarafsız bir göz, Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan’ın gazeteci sıfat ve kimliklerini kaybetmiş olduklarını teslim edecektir.

Bu konuda sayısız kanıt sunulabilir (üşenmem, biliyorsunuz, lâkin o cenahtan kulak veren olmayacağından böyle bir işe kalkışmayacağım). Sadece Karaalioğlu’nun bir ara her vesileyle tekrarladığı, “Yüzde ellinin medyası olmasın mı?” haykırışını hatırlatacağım. Bunu hangi bağlamlarda nasıl bir içerikle gündeme getirdiğine bakılması (ve %50 = parti = lider denkleminin akılda tutulması) çok aydınlatıcı olacaktır. Bu soru işin özünü içeriyordu.

Şu anda aynı propaganda mekanizmasına mensup simaların TV ekranlarından bütün gazetecileri "meslektaşlarının işsiz bırakılmasına" tepki göstermeye çağırmaları, herkesi meslekî dayanışmayı ihmal etmekle, çifte standartlılıkla, samimiyetsizlikle suçlamaları, hem samimiyetsizliğin büyüğü hem alışageldiğimiz riyakârlığın yeni bir tezahürü hem de tahammülü zor bir pişkinlik ve şımarıklıktır.

Türk basınının bir kısmının, AKP propaganda mekanizmasında gördüğümüz alçaklıkların bin beterini zamanında Genelkurmay emrinde yapmış olması bugünkü vaziyeti değiştirmiyor. Bu memlekette birilerinin Ertuğrul Özkök'ü, Yılmaz Özdil'i gazeteci sayması da iktidarın propaganda aygıtı bünyesinde yeralan kurumların işlevini, buralarda yönetici veya silahşör olarak vazife görenlerin konumunu değiştirmiyor.

(Karaalioğlu'nun yukarıda andığım çağrısı şöyle tercüme edilebilirdi: "Bizim tarafın Özkök'ü olmasın mı?" Sanırım buna kendisini aday görmüştü. Neye özendiğini söyle, kim olduğunu söyleyeyim... Belki de Karaalioğlu'nun başaşağı gidişine yolaçan, "Yeni Türkiye" merkezî propaganda mekanizmasının, askeriyeninkinde Özkök'ün sahip olduğu görece özerkliği kaldırmayışıdır; kimbilir...)

Parti propaganda aygıtının elemanı olmanın, gazetecinin "taraf tutması" veya "tavır alması"na dair meşhur tartışmayla ilgisi yok. Gazeteci kimliği taşıyan insanların, bir partinin propaganda mekanizmasında görev almalarıyla, gazeteciliklerini, karar merkezi başka bir yerde, yetkisi başkalarında bulunan bir aygıta tâbi kılmalarıyla ilgisi var.

(Gazetecilik dışındaki alanlarda iş tutan sermayedarların basın patronları oluşu da bu karar odağını tamamen başka yere kaydırdığı, başka ölçütlere tâbi kıldığı için kabul edilemez. Aydın Doğan, Ferit Şahenk veya Ethem Sancak kimlerdir ki, onlara insanların dünyada olan biteni öğrendiği kanalı denetleme, hattâ şekillendirme yetkisi verilmiştir? Hangi hakla, zihnimizi, duygumuzu, moralimizi etkileme yetkisi edinmişlerdir? Elbette bu ayrı konu, şimdi giremeyiz.)

Gazetecinin "taraf"ı, "tavrı"

Univision News’in baş habercisi (“anchorman” tabirini sevmiyorum) ve Fusion TV’nin programcısı Jorge Ramos’un Gazetecileri Koruma Komitesi’nin 2014 Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülleri Gecesi’nde “basın özgürlüğünü savunmada ömürboyu başarı” ödülü alırken yaptığı konuşma, tam da bugünlerde, New York’tan Türkiye basın âlemine bir sesleniş gibi.

“En iyi gazetecilik, tavır aldığımız zaman yapılır,” dedi Ramos, meşhur “tarafsızlık” tartışmasına kesin bir açıklık getirerek ve insanı yanıltması zor bir ölçüt koyarak, “iktidardakileri sorguladığımız zaman, yetkilerini kötüye kullanan politikacılarla karşı karşıya geldiğimiz zaman, bir adaletsizliği duyurduğumuz zaman. En iyi gazetecilik, kurbanların, en çok incinebilir olanların, haklardan yoksun olanların yanında tavır aldığımız zaman yapılır. En iyi gazetecilik, kendimizi tarafsızmış gibi göstermeyi özellikle bıraktığımız ve iktidara karşı hakikati anlatmak gibi bir ahlâkî yükümlülüğümüzün bulunduğunu kabul ettiğimiz zaman yapılır.”

Kendini ve mesleğini her türlü güç ve iktidar sahiplerinin çıkarlarına, buyruklarına tâbi kılanlara hitap ediyormuş gibi devam etti Ramos:

“Güç sahipleriyle uğraştığımızda bir tavır belirlemeliyiz. Ben muhabirim, senin dostun olmak istemiyorum. Güven bana, sen de benim dostum olmak istemezsin.”

Ramos konuşmasının bir yerinde, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel’in sözünü hatırlattı: “Taraf tutmalıyız. Tarafsızlık asla kurbana değil, baskıcıya yardım eder.”

_________________
(Ramos’un konuşmasına hepimizin dikkatini çeken @ZeynepAtikkan’a teşekkürler.)