30 Aralık 2014 Salı

"İyi seneler" diyebilmek güzel olurdu

Ne güzel olurdu, herkese mutlu, iyi yeni yıllar dileyebilmek... Bu cümle bile fazla vanilyalı, aşırı kaymaklı gözüküyor.

Türkiye'de yeni yıla Aralık'tan geçilerek ulaşılır. Her yerde öyle, demeyin; bizim Aralık ayı başka bir aralıktır. Katliamlar, operasyonlar, devlet ve millet–i hakimenin elele gerçekleştirdiği kıyımlar ayıdır. Hangi ay öyle değil ki! Evet. Yine de yeni bir yılı başlatarak son bulması, bu ayı özel kılıyor. Yeni yıla doğru ilerlerken, Erdal Eren'i görmezden gelsen Hayata Dönüş'e, Kahramanmaraş'ı bu seferlik atlasan Roboski'ye çarpıyorsun. Yılbaşının ertesi günü de, 19 Ocak'a, Hrant'ın katlinin yıldönümüne gün sayacaksın.

Tabiî Roboski katliamı, hemen iki gün sonrasında yapılan çılgınca yılbaşı kutlamalarıyla bu faslı hepten ağırlaştırdı. Umursamazlığın, vicdansızlığın kutlandığı bir gün, bir gece yarattık hep beraber. Noel Baba bıçaklamalarının ertesine denk geliyor.

Yalnız bu defa girdiğimiz yıl, özel bir yıl: 1915'in yüzüncü yıldönümü. Yüzsüzlük, yüzleşme gibi kavramlarda geçen "yüz" ile rakamın uyuşması tamamen tesadüf. Kelime oyunu kaldıracak bir durum da değil. 24 Nisan'ın yıldönümünde askerde bir Ermeni gencini vurdular, kimse doğru dürüst cezalandırılmadı bu ülkede. Belki yine devletin hepimize bir mesajıydı, bilemedik bu defa. "Yüz"le zaten alâkamız yok; ortada.

Memleketin durumunu özetleyecek olursak... Bunu niye mi yapacağız? Burası az buçuk gazetecilik de yapılan bir blog ya, geçmiş yılı toparlamazsak olmaz ya, ondan.

Hemen yapalım: Şahtık şahbaz oluyoruz. Bazılarımız, yeni şah olma, bazılarımız geçmiş şahlığı unutturup sırf şahbazlıkla uğraşma derdinde. "Yüzde elliyi evde zor tutuyorum" diyen çoğunluk partisi, seçimli, parlamentolu, ne kadar olabiliyorsa o kadar demokratik bir düzende dahi iktidar olma meşruiyetini çoktan yitirdi. Buna karşılık başkaları, o yüzde ellinin, o partiyi seçtiği için zaten meşruiyeti olmadığını düşünüyor. Çoğunluk desteğini alabilmek için çoğunlukla konuşabilmek lazım, hiçbir muhalifin böyle bir derdi yok. AKP'yi yirmi milyon kadar Recep Tayyip Erdoğan'ın seçtiğini sanıyorlar. Çoğunluğun temsilcilerinin de, azınlığa hayat hakkı tanımaya bile niyeti var mı, şüpheli. Bülent Arınç'ın çıkıp, "Onlar da bir köşede, gürültü etmeden, gülmeden, otursunlar, dokunmayacağız" demesi kimseyi şaşırtmayacak. Toplumsal mücadelenin siyasî perspektifi yok, iktidar mücadelesinin de yok. İktidar mücadelesi, sadece ve sadece, kim hükmedecek, mücadelesi. Ahlâk-vicdan adına büyük bir uyarıcı olması gereken din, tamamen, mızrağa takılmış Kur'an sayfası kimliğinde. Her türlü ahlâksızlığın, tahakkümün meşrulaştırıcısı olmuş. Vaziyetten rahatsız dindarlar bir avuç; onurlu insanları neredeyse ismen sayabileceğiz. Kürtlerle ne yapacağını bilemeyen, bilmezliğini -neredeyse hemen her durumda olduğu üzre- saldırarak örtmeye çalışan bir milliyetçi-tahakkümcü nüfus var ortada. Muhalefet Kürtleri umursamıyor, Kürt hareketi de kimseyi umursamıyor. Daha uzar bu. Solun meselelerini konuşmak tabu, biliyorsunuz. Ağır hakaretlere uğramadan bu mevzuya girmek mümkün değil. Bir tek konuda gireceğim.

Bu yıl 19 Ocak'ta Hrant'ı, o günü aynı zamanda 1915 ile yüzleşmeye kapı açacak bir vesile sayıp ses getirecek bir şekilde ansak. 1915'in yüzüncü yılını, Türkiye'de solun milliyetçilikten, devlete, orduya duyulan gizli sempati ve yakınlıktan kurtuluş yılı haline getirsek. Soykırımın halen süren manevî etkilerinden, hepimizin akıl sağlığını bozmuş olan hastalıktan kurtulma fırsatı yapsak.

Her şeye rağmen iyi seneler.