5 Şubat 2015 Perşembe

Yüzleşme, affetme-affedilme ve ukde

Önce şunu bir okuyalım hele; uzun ve dolambaçlı yoldan ulaşılmış bir son cümle:
"Hakikati monologla değil, diyalogla aramak, resmi tekdilliğe, geçmiş kurgusuna ... dostluk ilişkisi içinden itiraz etmektir."
Öncesinden da azıcık aktaracağım:
"Bu dostluk politikası bizim Hrant Dink’ten öğrendiğimiz şeydir. İnsan bir baba metni yorumlayarak veya bir dostluk metni yazarak yükünü insanileştirebilir, hayalet bir kambur taşımaktan kurtulabilir. Fakat böylece o kambur yerini dümdüz bir omurgaya bırakmaz; etten, kemikten bir organ gibi vücudumuza katılır. Elbette bir çilecilik olmamalı bu gerçekçilik, ancak global sahnedeki yüzleşme ve özür dileme oyunları da bir ikiyüzlülük, sahtekârlık, bir uluslararası tiyatro olma riskini taşır. ‘İnsan yalnızca cezalandırabiliyorsa affedebilir’. Derrida’ya göre koşullu affetme denir buna. Fakat, cezalandırsa da affedemeyebilir, koşullu affetmede bile koşulsuz affetmeye içkin muamma bir şekilde işlemiş olmalıdır. Affetme hep imkansız olarak gerçekleşir."
Gerçi bizim buralara gelmemize daha çok var. Boynunu kılıcının altına uzattığın birinin seni affetmesi-affetmemesi meselesini tartışabilmemiz için kendimize yönelik bütün algımızın, kendimizi kavrayışımızın ve her nereyeyse biryerlere oturtma tarzımızın, oturduğumuz yerin tamamen değişmesi lazım. Oysa biz, Kara Murat'ı çepeçevre sarmış, mızraklarını boynuna dayamış Bizanslı muhafızların konumunu alıp, ortada sıkışmış adama, "Asıl sen suçlusun!" diye bağırmaya alışmışız. Affetme belki, ama affedilme kavramının sözlüklerimizde bulunması bile ilginç ve beklenmedik!

Affetme, affedilme ve "ukde" kavramları üzerine Levinas, Derrida ve Hegel'in yazdıklarını kurcalayarak, sözü Akif Kurtuluş'un "kısacık ve büyük" yeni romanı Ukde'ye (İletişim, 2014) ve Vahram ve Janine Altounian'ın Dönüşü Yok: Bir Babanın Güncesinde ve Kızının Belliğinde Ermeni Soykırımı kitabına (Aras Yayınları, 2014) getiriyor Zeynep Direk: "Ermeni Soykırımı Üzerine: Sorumluluk, Af, Tanıklık ve Ukde".

Soykırımın hepimizin üzerindeki, "içindeki" kalıntısı ve süren, kendini yeniden üreten etkileri konusunda düşünmeliyiz. Özellikle bunu düşünmediğimiz için, aslında çok boytlu, çok derin bir mesele, dümdüz, pratik, pragmatik siyasî dalaşmaların konusu olmaktan öteye gitmiyor. Ve, bana sorarsanız, böylece, inkârın yanısıra, bir büyük suç daha işleniyor. Bu uzun yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Bu yılın temel meselesi olması gereken "yüzleşme" konusunda kafalarımız açık, ruhlarımız hazır olmalı.