6 Haziran 2014 Cuma

TÜBİTAK raporu - Bir hezimet daha

Önce hatırlatayım. Ses kayıtlarının "patladığı" günlerde yazdığım, gayet ayrıntılı yazılar şurada: Ses kayıtları ("tapeler") üzerine yazılar. Sonra da meseleyi güncelleme faslına geçelim.

6 Haziran 2014 Cuma günü, başbakan ile oğlu arasında geçen telefon görüşmesi kayıtları hakkında TÜBİTAK'ın rapor hazırlamış olduğu ortaya çıktı. Şu ana kadar raporun tamamına ulaşamadım. Radikal'in bir haberinden şunları öğrenebildim:

• TÜBİTAK, ses kaydını Youtube'dan indirmiş ve "yaygın olarak bulunabilen yazılımlarla" incelemiş. Yani, benim veya bu meseleyle uğraşan başkalarının yapabildiğinden fazlası değil. Bu konuda kayıtlar ilk çıktığı zaman yazdıklarımı okursanız, Youtube'dan indirilmiş, sıkıştırılmış bir dosya ile bu incelemenin niye çok sağlıklı yapılamayacağını anlayacaksınız.

• TÜBİTAK raporunda şu ifade yeralıyor: "Yapılan spektrum incelemesi sırasında tespit edilen, kaydın içinde gözlemlenen çok sayıda 'çıkıntı' bu kaydın çok sayıda farklı kayıttan yararlanılarak oluşturulmuş bir montaj olduğunu ortaya koymaktadır."

"Çıkıntı"dan kasıtlarının ne olduğunu, ses programı kullanmayı bilmeyen kimse doğal olarak anlayamaz. Düzenlilik göstermesi gereken bir dalga şeklinin bazı yerlerde anî kesintilere uğraması, yumuşak bir geçişle şekil değiştirmesi gerekirken şeklinin birden değişmesi falan demek.

Bu, oralarda farklı seslerin doğal olmayan biçimde birbirine yapıştığını gösterebilir. Ancak bu sadece, bir ihtimal, orada bir kesme-biçme işlemenin yapıldığına işaret olabilir. Tayyip Erdoğan ile oğlunun bize aktarılan konuşma kaydı, beş ayrı telefon görüşmesinden oluştuğu fakat bunlar tek bir dosya haline getirilip Youtube'a yüklendiği için, elbette ortada bir "montaj" var, ama bu konuşulanların tahrif edilmesi anlamına gelmiyor. İkinci olarak, şöyle bir örnek düşünelim: İki kişinin konuşması sık sık uzun sessizliklerle kesilsin. O sessizlik anlarında da dışarıdan geçen kamyonların, otobüslerin sesi kayda giriyor olsun. Bize kaydı sunan, bu sessizlikleri aradan kesip atarsa, konuşulanlarda hiçbir değişiklik olmaz, ama arkadaki gürültüler olmadık yerlerinden kesileceği için sesin "görüntüsünde" sözkonusu "çıkıntı"lar meydana gelebilir. (Ses programları, öncelikle sesin bir görüntüsünü oluşturur, onun üzerinde çalışılır.)

• TÜBİTAK raporundaki şu ifade, raporu hazırlayanların mantığı konusunda yeterince fikir veriyor: "Montajda dikkat çeken bir husus, konuşma bütünlüğünü sağlamak için sadece tüm kelimelerden oluşan bir montajdan farklı olarak, kelimelerin dahi parça hecelerden oluşturularak, istenen yeni kelimenin türetilerek ortaya çıkarıldığı ilginç bir uygulama ortaya konmuştur."

Önceki yazılarımda anlattığım için burada uzatmayacağım, şunu söylemekle yetineyim: Yüzlerce saatlik malzemeden, birbirini tutan, rengi, tonlaması vs. uygun heceler bulup meselâ bir-iki cümlelik bir replik üretebilirsiniz. Ama iki kişinin dakikalarca süren karşılıklı konuşmalarını bu yöntemle yapmanız imkânsızdır. Bir ömür sürer ayrıca. Burada, sözkonusu kaydı bir daha dinleyip, "eğer birileri bunu kurgulamış olsa böyle mi yapar?" diye düşünmenizde fayda var. Dediğim gibi, uzatmıyorum, bahse konu karşılıklı konuşma için bu hece-hece türetme tezi sadece fantastik bir iddiadır.

• TÜBİTAK raporunu hazırlayanların, kendilerine ilkin nasıl karşı çıkılacağını bildikleri, tedbir olarak şu ifadeyi rapora yerleştirdikleri anlaşılıyor: "Bu montajın ortaya koyduğu diğer önemli bir husus, montajı gerçekleştirenlerin elinde Sayın Başbakan'a ve ailesine ait geniş bir konuşma havuzu (gerek telefon dinlemelerinden elde edilmiş veya gerekse diğer yöntemlerle legal/illegal yollarla elde edilmiş) bulunduğudur."

Ancak bu durumu kurtarmaya yetmeyecek. Çünkü başbakan-oğlu ses kaydında öyle diyaloglar var ki, bunların, bırakın başkalarınca laboratuvarda üretilmiş olmasını, başka birilerince akıl edilmesi, tasarlanması bile mümkün değil. Benim TÜBİTAK raporunun okuyabildiğim kadarından anladığım, bu raporu hazırlayanlar böyle bir ses kaydının dedikleri gibi üretilemeyeceğini bilen insanlar. Bütün öbür ayrıntıları bir yana bırakarak, kendilerine öncelikle şunu sormalıyız: Bu kadar hayatî bir konuda, internetten indirilen sıkıştırılmış ses dosyasını "yaygın olarak bulunabilen yazılımlarla" incelemek dışında imkânları yok muymuş? Güya birleşip duyduğumuz kelimeleri meydana getiren o heceleri ayrıştırabilecek aşırı hassas programlar falan bulamamışlar mı? Orası TÜBİTAK, değil mi? Sözkonusu olan da, başbakanın onuru. Hattâ işin içinde suç işlenip işlenmediği sorusu bile var. "Yaygın olarak bulunan yazılımlar" bizde de var, biz de inceliyoruz ve vardığımız sonuç TÜBİTAK'ınkinin tamamen zıttı.

Bir ilginç ayrıntı daha: Ses kayıtlarını Youtube'a yükleyenler, montaj iddialarına karşılık, bu defa kayıtların "ham hali" adını verdikleri, muhtemelen sıkıştırılmamış versiyonlarını Soundcloud'a yükleyerek meydan okumuşlardı. (Maceranın bu faslını Diken'den okuyabilirsiniz: "‘BAŞÇALAN’dan hodri meydan!") TÜBİTAK'ın en azından bu kayıtları edinmesi ve bunlar üzerinde çalışması beklenirdi; onu bile yapmamışlar. Ben niye yapmadıysam, aynı sebeple: varacakları sonucu baştan biliyorlardı, gerek görmediler!

TÜBİTAK raporu, öyle görünüyor ki, başbakanın evine para istifleyip istiflemediği ve oğluyla o görüşmeyi yapıp yapmadığı konusunda bize fikir veremiyor, ama bu kurumun da 'Allah bir' dese inanılmayacaklar arasına katıldığını ortaya koyuyor.

Ne yazık ki, iktidarın propaganda makinesinin dört koldan çalışmaya başlaması ve "hece hece kelime üretmişler", "acayip teknik" falan gibi uyduruk laflar eşliğinde TÜBİTAK raporunun güya bilimsel sonuçlarını insanların üstüne boca etmesi, şüphesiz pek çok kişiyi yanıltmaya yetecektir.

Bu bir ideolojik mücadele, bir propaganda savaşı; gerçekle, doğruyla, akılla mantıkla yürütülmüyor. Klişeler, semboller, usturuplu yalanlar, insanları vicdan yükünden, şüpheden kurtaracak formüller lazım. Memleketin "bilim kurumu" artık bunları üretmenin yeri haline geliyorsa, bu düpedüz faşizm alâmeti.